ASLIYOK KÖYÜ’NDEN MEKTUPLAR
– 7 –
15 Şubat 2001
Esen olasınız efendim,
Arıcıkların her biri, birer paçalı güvercin sanki… O denli bol çiçek tozuyla dönmekteler ki kovanlarına, insan bu mevsimde onca bol çiçeği nerede bulabildiklerini kestiremiyor. Dağ tipi denilen türden kovanlarında, ilkin peteklerini yapıyor oncağızlar, sonra da balla dolduruyorlar o petekleri. İşleri, diğer fennî kovanlardaki arılardan daha zor; çünkü parafinden üretilen hazır petekler yerleştirmiyoruz adamların evlerine. Bal üretim döneminde şekerli su da verilmiyor önlerine. Dolayısıyla her şeyi kendileri yapıyorlar. Ürettikleri bal, diğer balsı ürünlere oranla az oluyor kuşkusuz; ama adam gibi bal alınıyor sonuçta. Kendilerini birer sömürü aracı olarak görmediğimizi ayrımsamakta sanki arıcıklar; bir neşeli, bir cıvıl cıvıllar ki… Çiçek tozu değil de yaşama sevinci devşirmekte, dirim taşımakta gibiler bu uçarı şubat günlerinde evlerine.
Üç torun hızla büyüyor. On günlük olduklarından beri, sütlerinin yanısıra kuzu yemi de verilmekte önlerine. Biberondan emdikleri sütü, ilk onbeş gün boyunca sekiz saatte bir vermekteydik. Şimdilerde ve bir aylık olana değin oniki saatte bir beslenmekteler, beslenecekler. Sonra da günde bir kez süt verilip, iki aylık olduklarında tümden sütten kesilecekler. Ergül’ün sütünün artanı, giderlerini bol bol karşılayacak çocukların. Bir betikte bulabilmeniz de olanaklı değil ne denli koyun sütünden ne denli peynir üretilebileceğini. İyisi mi, bu çoban düşsün o notu; belki bir gün, birileri merak eder; kim bilir:
5 litre koyun sütü, 5170 gram geliyor efendim. Koyun sütünü krema makinesinden geçirmezseniz, peynirin dağılmaması için, salamura suyunu fazla tuzlu hazırlamak gerekiyor. Bu da, tüketicilerin yakınmalarına neden oluyor. Krema makinesinden geçen 5 litre sütten, 1700 gram krema elde ediliyor. 3300 gram koyun sütü, 1300 gram peynir yapılmasını sağlamakta. Kalan 2 kilogram peynir altsuyunu kestirince, 120 gram lor elde ediyorsunuz. Köydekiler, koyunlarından süt falan alamıyorlar. İnek sütünden peynir yaptılar mı, 10 litre sütten 1 kilogram peynir üretiyorlarmış. Peynire kesilen 10 litre sıvıyı keseye dolduruyor ve süzülmesi için ağaca asıyorlarmış. Öylece, 9 litre peynir altsuyunu da toprak emiyormuş. Buncağızsa, böbrek kumları, taşları, idrar yolu yangılarına karşı olağanüstü bir önlem oluşturan o Tanrısal sağaltıcıyı kâh öylece içiyor, kâh çorba yapımında kullanıyor. [Sizler, sağınlara (doktorlara) gidin o tür sorunlarınız oldukça, e mi! Torbalar dolusu ilaçlar satın alıp için, e mi! O içtikleriniz, yan etkiler oluştursun ki, yeniden gidin sağınlara. Ameliyatlar falan da olun! Satın aldığınız o ilaçların getirisiyle, birileri Amerikalar’da, Avrupalar’da delice varsıl olsun, e mi! Bununla da kalmasın o bilimciler, “Aaa, şu ilaç yararlı değil de zararlıymış meğer.” desinler, piyasalara yeni(!) bir şeyler sürmeye hazırlandıkça, e mi!
Koyun yokluğunda, maç aktarımcılığından (spikerliğinden) sayfa yazarlığına terfi etmiş bir amca, Timur Selçuk’a dışkı atıyordu geçen ay. Aah neredeymiş o eski Timuur. Eski ezgilerini nasıl da özlemekteymiş onun. Nicedir, sol söylemler içeren özünlere (utanıyor ‘komünist’ sakızını almaktan ağzına) ezgiler hazırlamaktaymış. Son zamanlardaysa, daha büyük bir günah işlemekteymiş Timur: Dinciliğe (ne demekse!) kaymaktaymış gün be gün.
O yazıyı okuyunca, sanki birileri, dangalak bir böntellektüel, Timur Selçuk’u değil de buncağızı yermeye kalkışmış gibi olduk yine! “Uğur Mumcu’nun deyimiyle ‘bilgi edinmeden düşünce edinmeye’ kalkışan böylesi hamhalatlar kim bilir Ruhi Su’ya da neler diyegelmişlerdir?” sorusunu yeniden getirdik gündeme. Öyle ya; bilge Yunus’un ilâhilerinin, nefeslerinin en görkemli yorumcusu Ruhi Su da öylesi bir girişimle devrime ve devrimciliğe(!) ihanet etmişti(!) Hani bir sapkın(!) daha vardı, geçenlerde öldü. Erol Akyavaş… O da, güzel, güzel çıplak kadın boyamaları falan yaparken iki aşşşırı uca birden kayıvermemiş miydi? Boyamalarının bir ucu komünist Che’ye, öbür ucu da çağdışı Mevlânâ’ya dayanmıyor muydu?
Sevinmedik değil, marangoz hatalarının sözde yargılarını tepetaklak edecek birilerinin daha gizemcilikle gerçek devrimcilik arasında dipdiri köprüler kotarabilmesine. Ancak, nice oklara hedef tahtası edeceklerini bilmemizden ötürü, “Timur Selçuk’a da, bize verdiği kolaylığı verse Tanrı.” demeden duramadık.
Yeri gelmişken, ufak bir anımızı da aktaralım:
Neredeyse iki yıldan beri, kasabaya indikçe bazen karşılaşıp ayaküstü söyleştiğimiz bir öğretmen, şöylesi bir konuşma aktardı bir gün:
“Geçenlerde, hastanede çalışan iki doktorla karşılaştım yolda. Doktorlardan biri, ‘Hoca’m; Aslıyok Köyü’ndeki ressamı tanıyor musun?’ dedi.
‘O beni tanıyor; ama ben, benim onu tam anlamıyla tanıdığımı söyleyemeyeceğim.’ dedim.
Aynı doktor, bu kez de, sizin dindar biri olup olmadığınızı sordu. Belki, İlâhiyat Fakültesi çıkışlı olmamdan dolayı hakkınızdaki görüşümü merak etmişti, belki de gerçekten de sizdiniz öğrenmek istediği kişi. Herkesin anladığı anlamda dindar biri midir, değil midir bilemem ama bence dindar biri o.’ dedim doktora. Bu kez, diğeri girdi söze:
‘Yahu, o adam devrimci, ilerici, aydın biri değil mi?’
‘Kuşkusuz öyle.’ dedim.
Doktorlar, ‘Git Hoca’m; seninle de konuşulmuyor.’ diyerek ayrıldılar yanımdan.”
Keşke beyinlerdeki kireçlenmelere karşı da sağaltım yöntemleri geliştirilebilse. Keşke, algılayabilme becerisi edinme dersleri falan olsa üniversitelerimizde, liselerimizde. Keşke günümüzde, Celâleddîn-i Rûmî’nin “Mushaf’ı eşeğe yükleyince eşek hoca olur mu?” sözü, hâlâ geçerliliğini korumasa!
Komşu tarlalardaki arpalar, buğdaylar hızla kaldırır oldu başlarını topraktan. Doğanın Seyir Defteri’ne bir göz atalım hele, geçen yıl neler not düşülmüş. Gerçi dosyada her güne ilişkin özünler yer almakta ve yazın (edebiyat) tarihinde benzer bir çalışma yok, ama buncağız, gün atlaya atlaya özünler aktarmakta sizlere.
onaltışubat
akşamdan el arabasında kalan
evsiz barksız su kümesi
nasıl da sevinçli şu ân
olanca arıcık sepet kovanlardaki
evlat edinmede damlacıkları
sevinçli damlacık sensin
ve sensin arabadaki arı
bir yandan su taşırken
bir yandan da ıslık çalan
onyedişubat
şubatın adı şubat kendisi nisan
tek eksiği gelincikler
papatyalar ve kiraz çiçekleri
yeşerir gidersin sen bile belki
inanç ve sabırla
devinmeksizin dursan
şubatın adı şubat kendisi nisan
yirmişubat
açılıverdi mi kapı
tam alna yansımada
şavkı güney yıldızının
el etmede bıkmaksızın
gel etmede buncağıza
bilmiyor ki biz ne isek gerçekte
o da o işte
Taze bir gazete getirdi bir can geçenlerde. Ön yüz, iki kişinin yittiğine, yitirildiğine ilişkin bir habere ayrılmıştı.
“Kişiliklerin yittiği, yitirildiği, yitirtildiği bir ülkede, kişilerin yitmesi de haber mi sayılırmış?” diyesi geliyor insanın.
Sevdalar olsun yitirmeyenlere.
Neyi mi?
SAFAİ