ASLIYOK KÖYÜ’NDEN MEKTUPLAR
– 1 –
Bazı, haftada, bazı onbeş günde bir, bu mektuplar aracılığıyla birlikte olacağız sizlerle. Denizden 1200 metre yükseklikteki bir orman köyünün yamacında kaleme alınacak okuyacak olduklarınız.
Nelerden mi söz edeceğiz?
Duygularımızdan, düşüncelerimizden, köylülerden, boyamalarımızdan… Özünler (şiirler), öyküler falan da serpiştiririz yazıların arasına belki zaman zaman. Bakarsınız, doğumu yaklaşan çocuklarımızdan – varsın siz ‘Koyunlar’ deyin onlara – dem vururuz, bakarsınız Siyam ve İran kedisi kırması Çıtçıtgöz’den ya da yaşlı
arkadaşı Hanımkız’dan…
Kentlerde ‘tükenen’ yıllarımıza, anılara da değiniriz belki arada bir; kim bilir.
Bugün, aylardır kaleme almayı kurduğumuz bir masalı kağıda dökmek geçti gönülden.
Dilerseniz, bir de isim koyup başlayalım aktarmaya onu az sonra.
Herkese esenlik ağsın, güzellikler yansısın ikibinbirde.
Safai
YERYÜZÜNÜN SULTANI
Yoksul mu yoksul bir balıkçı, köyüne yakın bir ırmağa attığı ağla bir tek balık yakalar günlerden birinde. Yaşlı balıkçının elleri arasında kıvranmakta olan yaratık dile gelip, “Ey balıkçı;” der; “…ne denli minik olduğumu görmektesin. Gel, sal beni; ben de sana üç dileğini gerçekleştirme sözü vereyim karşılığında.”
Dile gelip konuşabilecek denli yetkin bir canlıyı öldürmektense, öneriyi, inanılası bulmasa da sınamaya karar veren yaşlı adam, avlanmayı boşlayıp evinin yolunu tutar. Eve eli boş dönen balıkçının karısı olan biteni ayrıntılarıyla öğrenmesinin ardından, zorlamaya başlar adamı:
“Var git, köyün en varsıl kişileri olmak istediğimizi söyle o balığa. Belki verdiği sözü tutar da şu çileden kurtuluruz.”
Kocakarının üstelemelerinden bıkan adam gerisin geri, ırmak kıyısına dönüp, çağırır balığı. Suyun yüzünde beliren hayvancık, yaşlı adamın dileğini dinledikten sonra, “İsteğin yerine getirilecektir.” der ve ırmağın dibine dalıp gider.
Ne denli saçma sapan umutlara bel bağlamaya başladıklarını düşüne düşüne döner köye balıkçı. Kulübesinin bulunduğu yamaca yaklaşmasıyla birlikte, gördüklerine inanamaz! Dileği gerçekleşmiştir! Kulübenin yerine kocaman bir konut kondurmakla kalmayan balık, kuzey yandaki çorak tarlaya yörenin en albenili meyve bahçesini oturtmuş, dahası batıda çakıllı alana koyun dolu iki ağıl, güneydeki kayalığın üstüne de ineklerin, buzağıların gezindiği bir ahır yerleştirmiştir. Eve girip karısıyla karşılaşınca, şaşkınlığı daha da artar balıkçının: Sanki kayıplara karışan kocakarının yerini, çevresindeki hizmetçilere buyruklar vermekte olan apayrı bir hanımefendi almıştır!
“Mutlu musun?” diye sorar karısına.
“Hıı,” der kadın pek de aldırmaksızın.
(“Aaa, bu masalı ben zaten biliyorum.” deyip de boşlamayın lütfen okumayı, pişman olmazsınız.)
Varsıllık ve gönence (konfor) içinde geçen günler, esenlikli kılmaz yaşlı kadını; bir şeyler, içten içe dürtüp durmaktadır işte!
“O balıktan iki dilekte daha bulunmaya hakkımız var, değil mi?” diye sorar kocasına bir gün
“Vermiş olduğu söze bakılırsa, evet.” diye yanıtlar dirliksiz karısını adam.
“Haydi git ve ona bu kentin en varsıl insanları, yo, yoo, bu kentin sahibi olmak istediğimizi söyle.”
“Kentin sahibi mi?”
“Evet, neden olmasın ki?”
Balığı ırmakta yakaladığı yere yeniden giden balıkçı, çağırır onu biraz utanarak, biraz sıkılarak.
“Dileğin yerine getirilecektir.” der balık, “…Kentin sahibi artık sizlersiniz.”
Gerisin geri evine gitmekte olan yaşlı adamı, ormanlık alanın bitiminde onlarca atlı asker karşılar. Askerlerin bir bölüğü, yavuz bir ata bindirdikleri efendilerinin önüne, diğer bölüğü de ardına dizilir. Yol boyunca her kiminle karşılaşırlarsa, yerlere değin eğilerek selamlar onları. Balıkçının düşlerinde bile göremeyeceği denli görkemli bir şatoya varana dek sürer yolculuk.
Saygılı nöbetçileri, becerikli aşçıların çalıştığı dev mutfağı, hamarat hizmetçilerin koşuşturduğu koridorları aşan balıkçı, kuştüyü yastıklar, atlas perdeler, ipek halılar, sedef ve altın kakmalı mobilyalarla döşeli ve eski kulübesinin beş, altı katı genişlikte bir salona ulaşır. Çevresindeki cariyelerin sunduğu abur cuburları tembelce atıştırmakta olan karısına, sanki yabancı birine yaklaşıyormuş gibi yaklaşıp sorar:
“Mutlu musun?”
Ne mutluluk gülücükleri, ne de esenlik dinginliği vardır o değilden “Hıı,” diyen kadının yüzünde.
(Az daha sabrederseniz neden masalı sonuna değin okumanız önerildi anlayacaksınız.)
Kent halkına yaşlı adamdan daha fazla efendilik taslayagelen kadının yeni dileği, aradan bir ay bile geçmeden sözcüklere dökülür:
“Balıktan bir dilekte daha bulunma hakkımız var nasıl olsa. Haydi git ve ona yeryüzünün tek ve tek sultanı olmak istediğimizi söyle!”
Balıkçı, ağzının iki karış açık kalmasına neden olan böylesi bir özlemi, karısının, nasıl olup da duyabildiğine us erdiremez. Olanca kanı beynine sıçrasa da, tepkilerini engellemeye çabalayarak, kadına saatlerce dil döker; ama yararsızdır; “Nuh” diyen bu sözde hanımefendi, “Peygamber” demez bir türlü. Pes ettirir kocasını.
Koruma birliğine, orman sınırında beklemesi buyruğu veren kentin gönülsüz efendisi, ırmak kıyısında balığı çağırageldiği noktaya değin gider. Gözlerini yerden kaldırmaksızın ve sanki fısıldarcasına, karısının dileğini yineler, çağrıya uyup yüzeye çıkan balığa:
“Yeryüzünün tek ve tek sahibi olmak istiyoruz.”der.
Dilek karşısında irkilen, dahası dili tutulan balık, bir süre sonra, “Böylesi bir isteği ben bile gerçekleştiremem.” der ve ırmağın sularına karışır gider.
Ormanın sınırında, askerlerden ayrıldığı yere yönelir balıkçı. Ne var ki koca birlikten geriye bir tek asker bile kalmamıştır. Köye yaklaştığında, şatonun yerinde de yeller esmekte olduğunu görür üzülerek.
Yıllarca yaşayageldiği eski kulübesine giren balıkçıyı, mendebur karısı, yokluk yakınmalarına öfkelerini de ulamış olarak beklemektedir.
(“Bizleri kandırdın; son satırına değin bildiğimiz bir masalı, boşuna okuttun yeniden!” mi demektesiniz? Hayır dostlar, okumayı sürdürmenizi hâlâ ve hâlâ diliyoruz; çünkü bu masalın böyle bitmesi herşeyden önce balıkla balıkçı arasındaki sözleşmeye aykırı. Hiçbir masalcının o balığa duymamız gereken güveni sarsmaya hakkı olamaz. Onun için diyoruz ki, “Bu masalı yıllardır yanlış sonlandırmakta anlatanlar.” Şimdi, masalı doğru bir biçimde bitirmek üzere, yaşlı balıkçının sözlerine yeniden dönelim:)
“Yeryüzünün tek ve tek sahibi olmak istiyoruz.”
“Bu son isteğin de yerine getirilecektir.” diyen balık, bir iki yüzgeç devinimiyle yoklara karışır.
Orman sınırında askerlerden ayrıldığı yere yönelir balıkçı. Ne var ki koca birlikten geriye bir tek asker bile kalmamıştır. Köye yaklaştığında, şatonun yerinde de yeller esmekte olduğunu görür üzülerek.
Yıllarca yaşayageldiği eski kulübesine giren balıkçıyı, yüzünde nurlar şavkıyan, esenliğin doruklarında, dingin, doygun bir pamuk-nine beklemektedir.
“Ne güzel yeryüzünün sultanı olmak.” der nine kocasını görünce; “…Bizler yeryüzünün sultanıyız.”
Balık, kocakarının yüreğinden, sahiplenme duygularını ve özdeksel (maddi) özlemleri söküp almıştır dileği yerine getirebilmek için.